9 Mayıs 2021 Pazar

Contact(1997)-Kontak-Mesaj Film-Robert Zemeckis

 


Çocukluğundan gelen merak ve heyecanla dünya dışı yaşamlara ve varlıklara inanan Dr. Eleanor Arroway, bu tutkusunu çocuk yaşta kaybettiği babasının da yardımlarıyla bir mesleğe dönüştürür. Dr. Arroway SETI isimli programda çalışan, dünya dışı varlıkları araştıran bir ekibin önemli gökbilimcilerinden biridir. Çocukluğundan bu yana umudunu asla kaybetmeyen ve her seferinde daha tutkulu bir şekilde radyo sinyallerini dinleyen kadın ihtiyacı olan fon desteğini de elde ettiğinde, rekabetçi çalışma ortamına ve uğradığı haksızlaklara rağmen, hayalini kurduğu ve gerçekliğine sıkı sıkıya tutunduğu dünya dışı varlıklardan ilk mesajını alacaktır.
Pulitzer ödüllü Carl Sagan’ın romanından Oscar ödüllü Forrest Gump filmiyle tanıdığımız Robert Zemeckis tarafından beyaz perdeye uyarlanan başarılı film, evrenin kendisi ve insanoğlunun evrene dair oluşturduğu algı arasındaki çelişki üzerine önemli çıkarımlar yapıyor.

Sun Children (Güneş)-Majid Majidi

 


12 yaşındaki Ali ve üç arkadaşı, hayatta kalmak ve ailelerine destek olmak için küçük işler ve küçük suçlar işliyor. Olayların zamanında dönüşü, Ali’ye gizli bir yeraltı hazinesi bulma görevi verilir. Ancak hazinenin gömülü olduğu tünele erişim sağlamak için Ali ve çetesi, önce sokak çocuklarını ve çocuk işçilerini eğitmeye çalışan bir hayır kurumu olan yakın Sun School’a kaydolmalıdır .

4 Mayıs 2021 Salı

Kandahar’a Yolculuk-Mohsen Makhmalbaf-Kandahar

 


Taliban'ın sebebiyet verdiği iç savaş, Afganistan'ı kasıp kavurmaktadır. Nafas ise bu savaşın acıları sebebiyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan bir kadın habercidir. Başvurduğu Kanada'da daha rahat ama üzgün bir yaşam sürmektedir. Bir gün ülkede kalan kız kardeşinden bir mektup alır. Mektupta, kızın kendini öldürme kararı aldığı yazmaktadır. Nafas'ın bir şekilde geriye dönmesi gerekmektedir. Tek şansı İran üzerinden Afganistan'a girmektir. Bu da pek kolay olmayacaktır.

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Sınır / Border


Sinema izleyicilerinin çoklukla Kıta Avrupa’sı ve Amerika sinemalarına olan ilgisi, son dönemde özellikle “Cannes”, “Toronto”, “Sundance” gibi bağımsız yapımlara önem veren festivallerin de katkısı ile İran, Uzakdoğu, İskandinavya ülkeleri sinemaları gibi daha az bilinen sinemalara doğru bir seyir izlemekte. Bu ülkelerin sinemalarının kendilerine özgü bir sinema dili oluşturduğu söylenebilir. İskandinavya ülkelerinden olan İsveç sineması, sinemaseverler için bilinmeyen bir sinema değil. Sinemanın dehalarından İngmar Bergman‘ın varlığı dahi tek başına İsveç sinemasının ne kadar büyük bir sinema ülkesi olduğunu kanıtlar nitelikte. Bunun dışında, 2000 tarihli “Çikolata” filmi gibi popüler filmleri ile de tanınan Lasse Hallström; en son sinemalarımızda gösterilen ve beğenilen “İnsanları Seyreden Güvercin” filminin yönetmeni Roy Andersson; “Gir Kanıma” filmiyle adından söz ettiren Tomas Alfredson; “Ejderha Dövmeli Kız” filmi ile tanıdığımız Niels Arden Oplev ile en son 2017 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülünü “The Square (Kare)” filmi ile kazanan ve ülkemizde adını ilkin 2014 yapımı “Turist” ile duyduğumuz Ruben Östlund İsveç’in bilinen yönetmenleri olarak öne çıkmaktalar.

Border” filmi, 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde “En İyi Film Ödülü”nü kazanarak dikkatleri üzerine çekmişti. Yönetmen koltuğunda 1981 Tahran doğumlu Ali Abbasi oturmakta. Abbasi, özellikle 2016 tarihli dram/korku türü yapım olan ve beğenilen “Shelley” filmi ile adından sinema çevrelerinde söz ettirmişti. Yönetmen, eğitimini Danimarka Ulusal Film Okulu’nda aldığı için İskandinavya sineması tekniğine uzak birisi değil. Zaten film, çoğu öğeleri ile İsveç sinemasının genel unsurlarını taşımakta. Kameranın statik pozisyonu, olay örgüsünün yavaş ilerlemesi, konu ve anlatımın minimalist şekilde kullanımı, coğrafyanın filme uygun yedirilmesi bir arada değerlendirildiğinde filmin İranlı bir yönetmenin eli ürünü olduğu ilk başta anlaşılır değil.

Border, İsveç edebiyatı’nın son dönem önemli yazarlarından “John Ajvide Lindqvist“in aynı adlı eserinden uyarlanma. Ancak bu, yazarın ilk uyarlanan eseri değil. Ülkemizde de gösterime giren yönetmenliğini Tomas Alfredson‘un yaptığı 2008 yapımı bol ödüllü “Let The Rıght One In (Gir Kanıma)” filmi de aynı yazarın eserinden sinemaya aktarılmıştı. Oyuncu kadrosu oldukça sınırlı olan Border‘da ana kahramanlardan olan Tina (Eva Melander) gümrük memuru olup, filmin başından itibaren örnekleri verildiği üzere genel toplum tipolojisinden farklı yanları bulunmakta. Bu durum, fiziksel görünümünden kaynaklandığı gibi, aynı zamanda insan duygularını önceden hissetmeye elverişli koku alma yeteneği ile kaçak malların nerede olduğunu önceden görecek altıncı his benzeri özel yetenekleri olacak nitelikte farklı maharetlerle de sergilenmekte. Tina, aynı zamanda işine de çok bağlı. Kimseye iltimas yapmaz, kuralları katı bir şekilde devlet aygıtı adına başarılı bir memur kategorisi ile yürütür, astlarında belirli bir itibarı vardır.

Filmin hemen girişinde kılık kıyafeti ile kendisini ele vermesi zor pedofili kişisinin cep telefonunun içinde sakladığı kapsülünü koku marifetiyle bularak tespit etmesi ve adet olarak fazla likör taşıyan genci yakalaması maharetlerinin ilk işaretleri. Tam da bu süreçte belirli bir rutinde hayatını yürüten Tina’nın hikayesini ters yüz edecek ikinci ana kahraman Vore (Eero Milonoff) ortaya çıkar. Yine bir kontrol sırasında Tina’nın markajına giren Vore’de Tina’nın yanıldığını görürüz. Vore’de bir şey çıkmadığı gibi, erkeklik organı da bulunmaz ve bu durumdan Tina erkek personel tarafından aranıldığı için üzgünlük duyarak, isterse şikayet hakkını kullanabileceğini kendisine söyler.

Vore, Tina’ya fiziken çok benzemektedir. Kendisi kadar gizemli yönleri olduğunu hal ve hareketleri ile anladığımız Vore’yi Tina merak eder. Hatta belki de meraktan da öte kendisinin yanılmasına sebep olan bu kişi, konuşma ve halleri ile kendisinden daha gizemli ve özel yetenekleri olduğunu hissettirir. Normalde kimsenin özel hayatını belirli bir bürokratik kültüre sahipliğinden olsa gerek merak etmeyen statik kişilik Tina, Vore’nin kaldığı hostel’e gider. Aslında rutin bir hayatı olsa da, Tina’nın kendi fantastik dünyasında bir arayış içerisinde de bulunduğu seyirci tarafından baştan hissedilmektedir.

Tina’nın yalnız kalmamak için sürekli evde TV izleyen ve köpek dövüştüren Roland (Jörgen Thorrson) ile aynı evi paylaşması, kendisi için aslında mutluluk veren bir durum değildir. Roland’ın cinsi ilişki teklifini kabul etmemesi, kitap okurken televizyonun sesini kısmasını istemesi ve en sonda da kovması Tina’nın fasit bir hayatının olduğunu gösterir. Tina mutsuzdur, çirkinliğinin ve yüzünün bu hale gelişinin nedenlerini daima babası’na (Sten Ljunggren) sorar. Babası ile de tam anlamıyla sağlıklı bir diyalog kuramamaktadır. Babasının Roland’dan olan şüphelerine ilişkin konuşmasının Tina tarafından kesilmek istenmesi, aralarındaki ilişkinin sağlıklı bir boyutta olmadığını gösterir. Tina, çocuğunun olamayacağına dair üzüntüsünü, düz/tepkisiz yüz hatlarına karşın zaman zaman izleyiciye sözleri ile gösterir.

Tina’nın belirttiğimiz fantastik dünyası yalnızca fiziki görünüşü ya da özel yetenekleri ile sınırlı değildir, aynı zamanda doğa ile ve tabiatın bir parçası olarak geyik, kurt gibi hayvanlarla da kendisine göre geliştirdiği bir iletişim biçimi vardır. Zaten film boyunca Tina’nın kükreme, hayvani bir kısım hareketleri aksettirmesi, örneğin sıklıkla koku alma duyu organını işlevli hale getirmesi Tina’nın zaten bir insan boyutundan farklı bir türün temsili olduğunu göstermektedir. Filmin ismi bu açıdan yanıltıcı olabilmektedir. Zira, Border yani sınır isminin sanki Tina’nın gümrük memuru olmasından hareketle mesleki gayeyle konulmuş ad olduğu gibi bir algı ortaya çıkarabilir. Ancak border/sınır ile kastedilen bence “insanlık ve cinsiyet sınırı“dır.

Tina’nın ilerleyen aşamalarda Vore ile aynı evi paylaşması, cinsel ilişkiyi tersi rollerle yaşaması, beraber doğanın onlara bahşettiği larvaları yemeleri, şimşek çaktığında beraber sarılarak masa altında ağlamaları hep Tina’nın kendi türünü ve en az kendisi kadar egzantrik birisini bulduğuna dair inanç ve güveninden kaynaklanmaktadır. Spoiler verip filmin tadını okuyucuya kaçırmama adına belirtmemiz gerekir ki, filmin sonunda Vore’nin filmin başlangıcı ile bağlanan intikam vurgulu olay örgüsü, Tina’nın babasının itirafları ile bir bütün olarak bakıldığında, sınırı aşan Tina’nın mutluluğu bu üçüncü tür ilişkide beklemesinin beyhudeliğini gösterir. Bu nedenle film bana kimi fantastik yanlarına karşın, feminist yazının güçlü ismi Simon de Beauvoir‘ın özellikle “İkinci Cins” eserinde bahsettiği kadının olanaklarını aşma, tasarlama yeteneğinin her türlü erkek tarafından önemsizleştirildiğine dair tezlerini hatırlattı.

Bürokratik düzlemde yaptığı iş kendisini cinsiyetsizleştirmekte, kendisine benzeyen tarafından ise yine kendi sınırlarına hapsedilmeye uğraşılmaktadır. Üstelik filmin başında markette alışveriş yaptığı anlarda kendi hemcinsleri tarafından bile görüntüsü nedeni ile kötü bakışlara maruz kalmaktadır.

Film, başka dünyaların insanları hissini veren iki itici görünümlü Tina ve Vore’nin ilişkilerini belirli bir düzeyde anlatması, özellikle Vore açısından da olanaksız olan cinsel birleşimin sağlanması kısımları itibari ile başarılı. Filmin renk kullanımı, kamera çekimlerinin özellikle Tina ve Vore’nin fiziksel hallerinin ışık ve makyaj ile doğru kullanımı ile de belirli bir düzeyi tutturuyor. Özellikle pastoral kısımlarda görüntü yönetmenliği çoğu Kuzey Avrupa filminde olduğu gibi başarılı. Filmin, son hale kadar belirli bir durağanlığı ile yürüyen akışına uygun müzikler de doğrusu rahatsızlık vermemekte. Ancak filmin rotasını belirlerken gel gitler yaşadığını görmemekte mümkün değil.

Filmin prologunda sanki bir bürokrasi eleştirisi ya da adaletsizlik temasını gerçek dünya ile bağıntılayarak anlatacağını sandığımız anlarda film bir anda fantastik dünyaya yöneliyor. Kuşkusuz John Ajvide Lindqvist‘in romanlarında, örneğin daha önce andığımız “Let The Rıght One In“de vampir dünyasının anlatımında olduğu gibi bu fantastik yönelim yadırganmayabilir. Ancak filmin meramının tam olarak ne olduğu izleyiciye tam olarak yansıtılamamış. Tina’nın doğaya yönelimi belirli açılardan verilmiş, ancak yer yer evin penceresinde, yolda, ormanda temayüz eden hayvanlarla olan yönü daha özgün bir beklenti yaratıyor, çünkü bu sekanslar sık sık tekrarlanıyor. Genel arzu filmin sonunda da karşılanmıyor. Ayrıca gümrük memuru olan Tina’nın polisiye kulvarlara girmesi, özellikle polis Agnetta (Ann Petren) ile olan diyalogları belirli oranda inandırıcılıktan uzakta. Bununla birlikte film İskandinavya soğukkanlı anlatımı ve ilginç oyuncu tipolojisi ile kuşkusuz izlenebilir. Biz sözü yine Simone de Beauvoir‘a bırakalım: “…erkeğin yaşantısı akılsaldır, ama bir takım boşlukları vardır; kadınınki ise kendi sınırları içinde karanlık ama doludur, tamdır.

Sınır – Gräns-Border-Ali Abbasi

 


“Nordik kara film” Sınır, iki parlak ismi bir araya getiriyor: yönetmen koltuğunda Shelley ile tanınan Ali Abbasi, filmin uyarlandığı özgün romandaysa Let The Right One In / Gir Kanıma ile büyük başarı kazanan yazar John Ajvide Lindqvist. Üstelik filmin senaryo yazarlarından biri de Holiday / Tatil ile 2018’de 37. İstanbul Film Festivali’ne konuk olan yönetmen Isabella Eklöf. Şüphelendiği, kendi kadar tuhaf bir adamı takıntı haline getiren Tina adındaki bir sınır polisinin sonunda kendi varlığını bile sorgulayacağı birtakım sırları öğrenişini anlatan Sınır aşk filmi, doğaüstü ve kara film ögelerini zekice harmanlıyor.

2 Mayıs 2021 Pazar

Prestij (The Prestige) film -Christopher Nolan


 "Toplumu etkilemenin ve sürükleyici bir koku gibi yayılan yere insanları çekmenin yolu nedir? Bu akıl almaz sihir çatışmasında, tamda bu anlatılıyor. İnsanların bir araya gelip izlemeleri gereken şeyler sinema ile kısıtlı değildir; büyüleyici bir yetenek çekişmesini sihirbazlıkla ekranlara yansıtan bu enfes Christopher Nolan filmi, 2000'li yılların en harika filmlerinden bir tanesidir. Memento, Başlangıç, Kara Şovalye, Interstellar gibi filmlerle adını duyurmuş ve tüm dünyada tanınmış deha olan Nolan'ın, 2006 yılında ki bu enfes, göz alıcı başarısıyla yoğrulmuş sihirbazlık çatışması büyük bir yankı uyandırdı. Sihirbazlığı bir meslek edinmiş, gittikçe kıvılcımlanan ve felakete doğru sürüklenen bu akıl almaz savaşın düellocuları olan iki sihirbaz, insanlara hızın ve becerinin önemini aktarıyorlar bu savaşlarıyla. Teknolojik açıdan kısıtlı bir devirde geçen filmde, Tesla gibi milyonda bir dünyaya gelen insanı da zaman zaman gözler önüne seriyor. Gerilimi daha ilk sahneden damarlarımıza akıtan Prestij, her filmde göremeyeceğimiz görselleri sunuyor biz izleyicilere. Klasik Nolan filmi işte, anlamak için zeka ve pür dikkat izlemek gerekir, görsel zenginliğin büyüsüne kapılırken diyaloglara dikkat etmek gerekir. Kara Şovalye ve Başlangıç filmlerinde ki gibi, bu filmde de usta aktör Michael Caine'e yer verilmiş. Minik kuşların masumiyetleri, gizeme dönüşebiliyor ve şimşek, etkisini yitirip zararsızlaşabiliyor. Sihirbazlıkta herşey mümkün, namümkünü mümkün kılmak, sihirbazlıkta sadece bir aşamadır. Oyuncu kadrosuda son derece göz doldurucu; başrolde harika performansıyla Hugh Jackman, her zaman ki gibi olağanüstü yardımcı oyuncu performansıyla Christian Bale, insanlıkdışı ve büyüleyici güzelliğiyle Scarlett Johansson, tecrübe akan oyunculuğuyla Michael Caine ve sadece 9 gün önce hayatını kaybeden efsane şarkıcı David Bowie. Ayrıca kostüm, ses gibi şeylerde olağanüstü bir efor sarfedilmiş; şayet kostüm ve davranışlar bu kadar başarılı olmasaydı, devri bu kadar güzel bir gerçekçilikle yansıtamazlardı. Esaretin Bedeli, Se7en, Dövüş Kulübü, Ucuz Roman ve bir çok film gibi Oscar ödüllerinin haksızlık ettiği, ancak Oscar ödüllerinde umduğunu bulamayanların sığındığı IMDb'de 8,5 puan alarak harika bir başarıya imza atmıştır. Hemen hemen her illüzyon sahnesinde, üst seviye de bir gerilim söz konusu. Ayrıca bir çok numaranın hileleri, filmde açığa vurulmuştur. İki sihirbazın birbirlerinin gösterilerini mahvettikleri anlarda insanın içine rutinlikten uzak, engel olamadığı bir heyecan giriyor. İzlerken farkedeceksiniz, Borden'ın Angier üzerinde bariz bir üstünlüğü var ama sonlara doğru Angier son gösterisiyle herşeyi kökünden değiştiriyor, ancak buda olayların bitişi demek değil ve dengesiz bir üstünlük rekabeti oluşuyor. Filmde olan kadınlara oluyor desem yeridir, izlerken bunu da farkedebilme şansınız var. Baş döndüren, insan ayağını yerden kesen sahnelerle dolu bir yapım. Kısacası her insan beyninin algılayamayacağı, çözemeyeceği gizemlerle dolu klasik bir Nolan başyapıtı. Ayrıca filmin Nolan'ın diğer başyapıtı Başlangıç filmiyle benzeyen bir çok yönü var; örneğin son sahnede ki çarpıcılık ve film bittikten sonra bile devam eden sorular, beynimizi ele geçirir nitelikte gizemlerdir. Gerçekten Son sahnesi favori son sahnelerimden bir tanesi ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar inanılmaz, tarihe geçmiş bir film ve başarılı bir son örneğiyle nefis bir sihirbaz filmi."

Prestij-Christopher Nolan

 


Prestij, birbirini alt etmeye çalışan iki sihirbazın hikayesini anlatıyor. 19.yy sonlarında Londra’da Robert Angier, sevgili eşi Julia McCullough ve Alfred Borden hem arkadaştırlar hem de bir sihirbazın asistanlarıdırlar. Bir gösteri esnasında Julia ölünce Robert, onun ölümünden Alfred’i suçlar ve birbirlerine düşman olurlar. Zaman içinde ikisi de hem ünlü olurlar hem de rakip sihirbazlara dönüşerek birbirlerinin sahne üstünde performansını sabote etmeye kalkışırlar. Alfred başarılı bir hile yapınca Robert, rakibinin sırrını çözmek konusunu takıntı halinde getirir ve trajik olaylar birbirini kovalar.

SİNEKLERİN TANRISI & LORD OF THE FLİES 1990

  Okyanus üzerinde iken uçakları kaza yapan otuz kadar Amerikan askeri okul öğrencisi yakınlardaki ıssız bir tropikal adaya çıkarlar. Kazada...