27 Mayıs 2021 Perşembe
Misafir / The Guest-Andaç Haznedaroğlu
MİSAFİR sinema filmi | the visitor | feature film-Mehmet Eryılmaz
20 Mayıs 2021 Perşembe
Gergedan Mevsimi -Bahman Ghobadi
Yere ters konan bir kaplumbağa olağan yavaşlığına rağmen nasıl kendi gücüyle düz dönebiliyorsa , otuz yılını hapiste geçiren biri de herşeye rağmen ayakta kalmayı, yaşama tutunmayı başarabilir. Uçurumun sonsuz derinliğinde her düşüş tedricidir aslında. Fizik kurallarının aksine, gerçek hayatta birden düşmez insan. Zamanı parçalara ayıran bir süreksizlik hâkimdir alçalışına. Sahel Farzan ( gerçekte mahlası Sadegh Kamangar) , 1979’da İran Devrimiyle otuz yıl hapsedildiği hücresinden çıktığında kabuğunun ağırlığına rağmen dümdüz kalabilmeyi, ağır aksak da olsa ilerlemeyi başarır.
Onu esaretin değil, asıl aşkın en dipteki hücresinde bırakan karısını aramaya koyulur. Çünkü onu ölü bilen karısına sığınmaktan başka nefes alabileceği bir imkân yoktur yeryüzünde. Bu sebeple ayak bastığı İstanbul’da onu otuz yıl boyunca inandıklarından men eden gerçeklerle karşılaşır. O, dört duvar arasında hayatta kalmaya çabalarken, sürgündeki karısı da iki çocuğuyla birlikte mülteciliğin zor koşullarına rağmen yaşamını sürdürmektedir. Şüphesiz onları ayrı düşüren nedenler kadar, kavuşmalarını engelleyen sebeplerin ağırlığı da bundan sonraki yaşamlarına yön verecektir.
Çünkü sınırda yaşayanlar kendi topraklarını yaratırlar. Bir sürgün her zaman kapının eşiğindedir, ne içeri girebilir ne dışarı çıkabilir.Hapishane, insanı işte tam da bu sebeple kadük bırakır. Kendi olmaktan mahrum ederek, gölgesini bile yok ederek, süreksiz bir zaman yitimiyle başbaşa bırakıp aynı boşluğa defalarca düşürerek.
Kaplumbağalar da Uçar, Sarhoş Atlar Zamanı adlı unutulmaz filmlerin İranlı yönetmeni Bahman Ghobadi’nin son filmi Gergedan Mevsimi, tüm haksız eleştirilere rağmen, klasikler arasında yerini alacak bir film.
Şiir kelimelerle yazılır, demişti Mallarme. Hapiste ve sürgünde geçirdiği yıllarda S. Farzan ilkin kelimelerinden mahrum kalır. Onu suskunlaştıran bir devrim ilerlemeyi temsil edebilir mi? Sahel Farzan kimliksizleştirildikten sonra kendini temsil edebilir mi artık? Kelimelerin hasına, alasına haiz bir şair için otuz yıl mahpusluğun ardından en vahimi kelimesiz kalmak, içsel bir suskunluğa gömülmektir. Ghobadi, sualtı çekimleriyle böylesi bir dilsizliği imliyor. Suyun altında gözleri açık, kalbi atmaya devam eden ancak ağzını açtığı anda boğulacak bir adamın çaresizliğini yeryüzünde yaşıyor Sahel Farzan.
Ghobadi dört sene evvel İran hükümeti tarafından sınırdışı edilip ruhuna en yakın yer olarak seçtiği İstanbul’a yerleşince karar vermiş Gergedan Mevsimi’nin senaryosunu yazmaya. Çekimleri İstanbul ve Irak’ta yapılan filmde Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk, Ahmet Mümtaz Taylan, Beren Saat ve Belçim Bilgin de rol alıyor İtalyan sinemasının dünya çapındaki ismi Monica Belluci ile Sahel Farzan’ın yaşlılığına hayat veren Behrouz Vossoughi dışında. Oyunculukları genel olarak iyi buldum, ama bilhassa Yılmaz Erdoğan’ın rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini düşünüyorum, özellikle ruj emme sahnesinde çok etkileyiciydi. Beren Saat’in ise bu filmde kendini tekrarladığı hissine kapıldım, öteki oyuncular yanında sönük kaldığı kanaatindeyim.
Ghobadi’nin diğer filmlerinde de diyalog azdır, görsel dili güçlü bir sineması vardır İranlı yönetmenin. Metaforlardan sıkça yararlanır; sabık filmlerinde kullandığı kaplumbağa, at, sualtı imgelerinden bu filminde de yararlanmış,ilave olarak filmin adına ilham olan Gergedan’ın Son Şiiri’nden esinlenerek gergedan imgesine yer vermiş. Yılın tüm posasını; yani yaşamın tüm çirkinliklerini, yorgunluklarını, hayatımızdan eksiltilen ne varsa emip tüküren gergedan, aslında tüketim toplumunun kıskacında ideolojisizleştirilmiş, nesneleştirilmiş bireyi imliyor.
Yakın plan çekimleriyle artık bir Ghobadi üslubuna dönüşen anlatım Gergedan mevsiminde de hayat buluyor, önceki filmlerinin aksine yönetmen bu filminde geri dönüşlerden yararlanmış az da olsa. Filmin akışını gayet tutarlı ve yerinde buldum. Ghobadi salt diyaloga dayalı, her karesi anında tüketilen filmlerin tersine görsel gücü yüksek, bu kez kelimenin her anlamıyla şiirsel bir film yapmış.
Gelgelim eleştirelere. Yok baş karakter niye hiç konuşmuyormuş! Otuz yıl hapiste kalan bir adam bülbül gibi şakıyacak değildi ya. İran Devrimine neden yeterince değinilmemiş, film neden aşk üçgeninden ibaretmiş? Ne zamandan beri aşk filmleri , hele ki İran sineması söz konusu olunca, hafifseniyor? İranlı tüm yönetmenlerin politik film mi çekmesi gerekiyor?Üstelik filmin siyasi bir içeriğe sahip olmadığını söylemek yersiz veya Gergedan Mevsimi’ni salt aşk filmi olarak görmek abesle iştigal. Kaldı ki İran Devriminin geleceği parlak bir sanatçının, ilk kitabıyla dikkat çeken bir şairin yok yere hayatını nasıl kararttığını anlatırken, aslında her ani ve köklü değişimde hem yaşın hem kurunun nasıl yandığını gösteriyor film. Rejim değişikliğinin etki ve sonuçlarına bir sanatçının hayatı üzerinden değinip resmin bütününü anlamak için gözden kaçırdığımız her parçasını da fark etmemiz gerektiğini gösteriyor. Yani insanı, her daim insanı, rakam olarak değil birey olarak insanı, salt bir topluluğu değil, tek bir insanı…
Sanatta esas olan bir şeyin adını anmak değil, onu işaret etmektir. Ghobadi’nin sineması bunu ziyadesiyle başarıyor.
Gergedan Mevsimi -Bahman Ghobadi
İran'da şahın devrilmesiyle başlayan İslami rejim devriminin hemen öncesinde başlayan hikaye, bu politik değişimler ekseninde sancılı bir aşk öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Başroldeki Monica Belluci'nin yanı sıra Türk oyunculardan Beren Saat, Belçim Bilgin, Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk’un rol aldığı film, İranlı ve Türk oyuncuları bir araya getiriyor. Caner Cindoruk, Behrouz Vossoughi'nin canlandırdığı Farzan karakterinin gençliğini oynarken Beren Saat'i ise Bellucci'nin kızı rolünde beyazperdede...
17 Mayıs 2021 Pazartesi
Hayaletler (Ghosts) filmi - Azra Deniz Okyay
Dram. Tüm Türkiye'de saatlerce süren elektrik kesintisinin olduğu tek bir günde geçen ve o gün İstanbul'un Sucular mahallesinde yaşananları dört farklı karakterin birbirine geçen hikâyeleri üzerinden anlatan Hayaletler'in başrollerini Nalan Kuruçim, Dilayda Güneş, Beril Kayar ve Emrah Özdemir'in paylaşıyor.
16 Mayıs 2021 Pazar
Yusuf ile Kenan -Ömer Kavur
Pulp Fiction / Ucuz Roman (1994)-Quentin Tarantino
11 Mayıs 2021 Salı
Cinayet Süsü-Ali Atay
10 Mayıs 2021 Pazartesi
Baba -1996 - İran Filmi-Mecid Mecidi
İnanılmaz Paralar! Düşük Bütçelerine Rağmen Gişede Fırtınalar Estiren 12 Film
Büyük miktarlarda harcanan paralarla yapılan filmler bazen hüsranla sonuçlanabiliyor. Ancak bazen de, iyi bir hikaye ve güzel bir pazarlama stratejisiyle çok ucuza mal edilen filmler yapımcılara servet kazandırabiliyor.
12. Uyuşuk (1990) Slacker
Hasılat: $1.227,508
11. Gitarım ve Silahım (1992) El Mariachi
Hasılat: $2,041,928
10. Gabriela, Cravo e Canela (1983)
Hasılat: $2,335,352
9. In the Company of Men (1997)
Hasılat: $2,883,661
8. Tezgahtarlar (1994) Clerks
Hasılat: $3,073,428
7. Pi (1998)
Hasılat: $3,221,152
6. Facing the Giants (2006)
Hasılat: $10.000.000
5. Kardeşler ve Sevgililer (1995) The Brothers McMullen
Hasılat: $10,426,506
Edward Burns'ın yönetmenliğindeki aile, romantik-komedi türünde olan film Mcmullan biraderlerin ve eşlerinin tabir-i caizse "kimin eli kimin cebinde" olan ilişkilerini konu ediniyor.
"The Brothers McMullen", 1995 yılında "Sundance Festivali'nde "Büyük Jüri Ödülü"nü "The Young Poisoner's Handbook" ile paylaşmıştı.
4. Şişir Beni (2004) Super Size Me
Hasılat: $11,5229,368
3. Deep Throat (1972)
Hasılat: $45,000,000
2. Paranormal Activity (2007)
Hasılat: $107,918,810
1. Blair Cadısı (1999) The Blair Witch Project
Hasılat: $140,539,099
Gelincik Filmi-Orçun Belli
Gelincik Film Analizi-Orçun Belli
Orçun Benli imzalı Gelincik filmi öncelikle iki şeye işaret ediyor. Orçun Benli isterse iyi film yapabiliyor, bir diğeri de bu ülkenin sahiden politik tabanlı filmlere daha çok ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Gelincik daha çok bir atmosfer filmi, kara, gerilimli ve zaman zaman sert bir rüzgar gibi esiyor seyircinin ensesinde. Bu gerilim rüzgarı Ayhan’ı da yokluyor film boyunca.
90’lı yılların siyasi atmosferine uygun davranarak elini kirleten ve bunun hesaplaşmasını yaşayan bir polise odaklı film, hikayesini çoğunlukla ıssıza çekiyor ve Ayhan’ı geçmişte işlediği suçların töhmetinde bırakıyor, tabii bunda ormanda sürekli karşısına çıkan ve onu geçmişiyle geleceği arasında bırakan Karadayı’nın da payı var. Avlanmaya devam eden Ayhan; bir gece gelincik vurur ve gizemli bir şekilde karşısına çıkan Karadayı ile tanışır. Karadayı Gelincik’in tavşan gibi olmadığını, eşinin mutlaka gelip intikamını alacağından bahseder ve onu derin bir paranoyanın içine hapseder, bir hesaplaşmanın içine çeker. Benli burada yapılanların karşılıksız kalmaması dileğini sunuyor!
Film Ayhan’ı kendi aile hayatı içinde resmederken, işkenceci bir polisin kendi özel hayatı içinde normal tavırlar sergileyen, kendi çocuklarına babalık yapan başkalarının çocuklarına işkence yapan bir adamlar olduğuna da bir gönderme sunuyor. Tabii filmde gizemli olan noktalardan biri de Karadayı. Karadayı onun vicdanı mı, içsesi mi yoksa geçmiş ya da geleceği mi? Anlattığı av hikayeleri Ayhan’ı işkence günlerine çeken başka bir avlanma dinamiği barındırıyor. Bu hikayeler geçmişinde iyi bir şeyler yaptığını savunan, yani kendisine bir savunma mekanizması yaratan Ayhan’ı vicdani bir hesaplaşmaya sürüklüyor ki çözülmeler de o noktadan sonra başlıyor. Benli iki ayrı yolda akan hikayeyi güzel bir biçimde birleştirmeyi başarıyor. Filmde ele alınan genelde erkek dünyası, yani görünen kısımları erkekler oluşturuyor. Kadınların varlığı az ama belirleyici. Erkek dünyasının ikiyüzlülüğüne ayna tutan, onların yaydığı şiddet duygusundan etkilenen, onları dizginleyen ama aynı zamanda onları taşıran noktalar olarak yer alıyor. Filmin iyi noktalarından birisi de sorgulaması. Şiddet, ego ve güç kavramlarını sorguluyor. Ve bunu iyi bir gerilim duygusuyla yapıyor.
Gelincik derdini bağıra bağıra değil ama belli bir gerilim duygusuyla anlatan, cesur ve sorgulayıcı diliyle 90’lara bakan, bir çeşit, işkencecinin kendini sorguladığı bir film olmuş. Oyunculuklarıyla göz dolduran Taylan'ın Antalya’dan en iyi erkek oyuncu ödülüyle döndüğü film; doğal ışık kullanımı, kurgusu ve diliyle seyirciyi zorlayan bir anlatım sunuyor. Benli’nin daha çok bu tarz filmlerle karşımıza çıkması dileğiyle…
9 Mayıs 2021 Pazar
Contact(1997)-Kontak-Mesaj Film-Robert Zemeckis
Pulitzer ödüllü Carl Sagan’ın romanından Oscar ödüllü Forrest Gump filmiyle tanıdığımız Robert Zemeckis tarafından beyaz perdeye uyarlanan başarılı film, evrenin kendisi ve insanoğlunun evrene dair oluşturduğu algı arasındaki çelişki üzerine önemli çıkarımlar yapıyor.
Sun Children (Güneş)-Majid Majidi
4 Mayıs 2021 Salı
Kandahar’a Yolculuk-Mohsen Makhmalbaf-Kandahar
3 Mayıs 2021 Pazartesi
Sınır / Border
“Border” filmi, 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde “En İyi Film Ödülü”nü kazanarak dikkatleri üzerine çekmişti. Yönetmen koltuğunda 1981 Tahran doğumlu Ali Abbasi oturmakta. Abbasi, özellikle 2016 tarihli dram/korku türü yapım olan ve beğenilen “Shelley” filmi ile adından sinema çevrelerinde söz ettirmişti. Yönetmen, eğitimini Danimarka Ulusal Film Okulu’nda aldığı için İskandinavya sineması tekniğine uzak birisi değil. Zaten film, çoğu öğeleri ile İsveç sinemasının genel unsurlarını taşımakta. Kameranın statik pozisyonu, olay örgüsünün yavaş ilerlemesi, konu ve anlatımın minimalist şekilde kullanımı, coğrafyanın filme uygun yedirilmesi bir arada değerlendirildiğinde filmin İranlı bir yönetmenin eli ürünü olduğu ilk başta anlaşılır değil.
Border, İsveç edebiyatı’nın son dönem önemli yazarlarından “John Ajvide Lindqvist“in aynı adlı eserinden uyarlanma. Ancak bu, yazarın ilk uyarlanan eseri değil. Ülkemizde de gösterime giren yönetmenliğini Tomas Alfredson‘un yaptığı 2008 yapımı bol ödüllü “Let The Rıght One In (Gir Kanıma)” filmi de aynı yazarın eserinden sinemaya aktarılmıştı. Oyuncu kadrosu oldukça sınırlı olan Border‘da ana kahramanlardan olan Tina (Eva Melander) gümrük memuru olup, filmin başından itibaren örnekleri verildiği üzere genel toplum tipolojisinden farklı yanları bulunmakta. Bu durum, fiziksel görünümünden kaynaklandığı gibi, aynı zamanda insan duygularını önceden hissetmeye elverişli koku alma yeteneği ile kaçak malların nerede olduğunu önceden görecek altıncı his benzeri özel yetenekleri olacak nitelikte farklı maharetlerle de sergilenmekte. Tina, aynı zamanda işine de çok bağlı. Kimseye iltimas yapmaz, kuralları katı bir şekilde devlet aygıtı adına başarılı bir memur kategorisi ile yürütür, astlarında belirli bir itibarı vardır.
Filmin hemen girişinde kılık kıyafeti ile kendisini ele vermesi zor pedofili kişisinin cep telefonunun içinde sakladığı kapsülünü koku marifetiyle bularak tespit etmesi ve adet olarak fazla likör taşıyan genci yakalaması maharetlerinin ilk işaretleri. Tam da bu süreçte belirli bir rutinde hayatını yürüten Tina’nın hikayesini ters yüz edecek ikinci ana kahraman Vore (Eero Milonoff) ortaya çıkar. Yine bir kontrol sırasında Tina’nın markajına giren Vore’de Tina’nın yanıldığını görürüz. Vore’de bir şey çıkmadığı gibi, erkeklik organı da bulunmaz ve bu durumdan Tina erkek personel tarafından aranıldığı için üzgünlük duyarak, isterse şikayet hakkını kullanabileceğini kendisine söyler.
Vore, Tina’ya fiziken çok benzemektedir. Kendisi kadar gizemli yönleri olduğunu hal ve hareketleri ile anladığımız Vore’yi Tina merak eder. Hatta belki de meraktan da öte kendisinin yanılmasına sebep olan bu kişi, konuşma ve halleri ile kendisinden daha gizemli ve özel yetenekleri olduğunu hissettirir. Normalde kimsenin özel hayatını belirli bir bürokratik kültüre sahipliğinden olsa gerek merak etmeyen statik kişilik Tina, Vore’nin kaldığı hostel’e gider. Aslında rutin bir hayatı olsa da, Tina’nın kendi fantastik dünyasında bir arayış içerisinde de bulunduğu seyirci tarafından baştan hissedilmektedir.
Tina’nın yalnız kalmamak için sürekli evde TV izleyen ve köpek dövüştüren Roland (Jörgen Thorrson) ile aynı evi paylaşması, kendisi için aslında mutluluk veren bir durum değildir. Roland’ın cinsi ilişki teklifini kabul etmemesi, kitap okurken televizyonun sesini kısmasını istemesi ve en sonda da kovması Tina’nın fasit bir hayatının olduğunu gösterir. Tina mutsuzdur, çirkinliğinin ve yüzünün bu hale gelişinin nedenlerini daima babası’na (Sten Ljunggren) sorar. Babası ile de tam anlamıyla sağlıklı bir diyalog kuramamaktadır. Babasının Roland’dan olan şüphelerine ilişkin konuşmasının Tina tarafından kesilmek istenmesi, aralarındaki ilişkinin sağlıklı bir boyutta olmadığını gösterir. Tina, çocuğunun olamayacağına dair üzüntüsünü, düz/tepkisiz yüz hatlarına karşın zaman zaman izleyiciye sözleri ile gösterir.
Tina’nın belirttiğimiz fantastik dünyası yalnızca fiziki görünüşü ya da özel yetenekleri ile sınırlı değildir, aynı zamanda doğa ile ve tabiatın bir parçası olarak geyik, kurt gibi hayvanlarla da kendisine göre geliştirdiği bir iletişim biçimi vardır. Zaten film boyunca Tina’nın kükreme, hayvani bir kısım hareketleri aksettirmesi, örneğin sıklıkla koku alma duyu organını işlevli hale getirmesi Tina’nın zaten bir insan boyutundan farklı bir türün temsili olduğunu göstermektedir. Filmin ismi bu açıdan yanıltıcı olabilmektedir. Zira, Border yani sınır isminin sanki Tina’nın gümrük memuru olmasından hareketle mesleki gayeyle konulmuş ad olduğu gibi bir algı ortaya çıkarabilir. Ancak border/sınır ile kastedilen bence “insanlık ve cinsiyet sınırı“dır.
Tina’nın ilerleyen aşamalarda Vore ile aynı evi paylaşması, cinsel ilişkiyi tersi rollerle yaşaması, beraber doğanın onlara bahşettiği larvaları yemeleri, şimşek çaktığında beraber sarılarak masa altında ağlamaları hep Tina’nın kendi türünü ve en az kendisi kadar egzantrik birisini bulduğuna dair inanç ve güveninden kaynaklanmaktadır. Spoiler verip filmin tadını okuyucuya kaçırmama adına belirtmemiz gerekir ki, filmin sonunda Vore’nin filmin başlangıcı ile bağlanan intikam vurgulu olay örgüsü, Tina’nın babasının itirafları ile bir bütün olarak bakıldığında, sınırı aşan Tina’nın mutluluğu bu üçüncü tür ilişkide beklemesinin beyhudeliğini gösterir. Bu nedenle film bana kimi fantastik yanlarına karşın, feminist yazının güçlü ismi Simon de Beauvoir‘ın özellikle “İkinci Cins” eserinde bahsettiği kadının olanaklarını aşma, tasarlama yeteneğinin her türlü erkek tarafından önemsizleştirildiğine dair tezlerini hatırlattı.
Bürokratik düzlemde yaptığı iş kendisini cinsiyetsizleştirmekte, kendisine benzeyen tarafından ise yine kendi sınırlarına hapsedilmeye uğraşılmaktadır. Üstelik filmin başında markette alışveriş yaptığı anlarda kendi hemcinsleri tarafından bile görüntüsü nedeni ile kötü bakışlara maruz kalmaktadır.
Film, başka dünyaların insanları hissini veren iki itici görünümlü Tina ve Vore’nin ilişkilerini belirli bir düzeyde anlatması, özellikle Vore açısından da olanaksız olan cinsel birleşimin sağlanması kısımları itibari ile başarılı. Filmin renk kullanımı, kamera çekimlerinin özellikle Tina ve Vore’nin fiziksel hallerinin ışık ve makyaj ile doğru kullanımı ile de belirli bir düzeyi tutturuyor. Özellikle pastoral kısımlarda görüntü yönetmenliği çoğu Kuzey Avrupa filminde olduğu gibi başarılı. Filmin, son hale kadar belirli bir durağanlığı ile yürüyen akışına uygun müzikler de doğrusu rahatsızlık vermemekte. Ancak filmin rotasını belirlerken gel gitler yaşadığını görmemekte mümkün değil.
Filmin prologunda sanki bir bürokrasi eleştirisi ya da adaletsizlik temasını gerçek dünya ile bağıntılayarak anlatacağını sandığımız anlarda film bir anda fantastik dünyaya yöneliyor. Kuşkusuz John Ajvide Lindqvist‘in romanlarında, örneğin daha önce andığımız “Let The Rıght One In“de vampir dünyasının anlatımında olduğu gibi bu fantastik yönelim yadırganmayabilir. Ancak filmin meramının tam olarak ne olduğu izleyiciye tam olarak yansıtılamamış. Tina’nın doğaya yönelimi belirli açılardan verilmiş, ancak yer yer evin penceresinde, yolda, ormanda temayüz eden hayvanlarla olan yönü daha özgün bir beklenti yaratıyor, çünkü bu sekanslar sık sık tekrarlanıyor. Genel arzu filmin sonunda da karşılanmıyor. Ayrıca gümrük memuru olan Tina’nın polisiye kulvarlara girmesi, özellikle polis Agnetta (Ann Petren) ile olan diyalogları belirli oranda inandırıcılıktan uzakta. Bununla birlikte film İskandinavya soğukkanlı anlatımı ve ilginç oyuncu tipolojisi ile kuşkusuz izlenebilir. Biz sözü yine Simone de Beauvoir‘a bırakalım: “…erkeğin yaşantısı akılsaldır, ama bir takım boşlukları vardır; kadınınki ise kendi sınırları içinde karanlık ama doludur, tamdır.”
Sınır – Gräns-Border-Ali Abbasi
2 Mayıs 2021 Pazar
Prestij (The Prestige) film -Christopher Nolan
"Toplumu etkilemenin ve sürükleyici bir koku gibi yayılan yere insanları çekmenin yolu nedir? Bu akıl almaz sihir çatışmasında, tamda bu anlatılıyor. İnsanların bir araya gelip izlemeleri gereken şeyler sinema ile kısıtlı değildir; büyüleyici bir yetenek çekişmesini sihirbazlıkla ekranlara yansıtan bu enfes Christopher Nolan filmi, 2000'li yılların en harika filmlerinden bir tanesidir. Memento, Başlangıç, Kara Şovalye, Interstellar gibi filmlerle adını duyurmuş ve tüm dünyada tanınmış deha olan Nolan'ın, 2006 yılında ki bu enfes, göz alıcı başarısıyla yoğrulmuş sihirbazlık çatışması büyük bir yankı uyandırdı. Sihirbazlığı bir meslek edinmiş, gittikçe kıvılcımlanan ve felakete doğru sürüklenen bu akıl almaz savaşın düellocuları olan iki sihirbaz, insanlara hızın ve becerinin önemini aktarıyorlar bu savaşlarıyla. Teknolojik açıdan kısıtlı bir devirde geçen filmde, Tesla gibi milyonda bir dünyaya gelen insanı da zaman zaman gözler önüne seriyor. Gerilimi daha ilk sahneden damarlarımıza akıtan Prestij, her filmde göremeyeceğimiz görselleri sunuyor biz izleyicilere. Klasik Nolan filmi işte, anlamak için zeka ve pür dikkat izlemek gerekir, görsel zenginliğin büyüsüne kapılırken diyaloglara dikkat etmek gerekir. Kara Şovalye ve Başlangıç filmlerinde ki gibi, bu filmde de usta aktör Michael Caine'e yer verilmiş. Minik kuşların masumiyetleri, gizeme dönüşebiliyor ve şimşek, etkisini yitirip zararsızlaşabiliyor. Sihirbazlıkta herşey mümkün, namümkünü mümkün kılmak, sihirbazlıkta sadece bir aşamadır. Oyuncu kadrosuda son derece göz doldurucu; başrolde harika performansıyla Hugh Jackman, her zaman ki gibi olağanüstü yardımcı oyuncu performansıyla Christian Bale, insanlıkdışı ve büyüleyici güzelliğiyle Scarlett Johansson, tecrübe akan oyunculuğuyla Michael Caine ve sadece 9 gün önce hayatını kaybeden efsane şarkıcı David Bowie. Ayrıca kostüm, ses gibi şeylerde olağanüstü bir efor sarfedilmiş; şayet kostüm ve davranışlar bu kadar başarılı olmasaydı, devri bu kadar güzel bir gerçekçilikle yansıtamazlardı. Esaretin Bedeli, Se7en, Dövüş Kulübü, Ucuz Roman ve bir çok film gibi Oscar ödüllerinin haksızlık ettiği, ancak Oscar ödüllerinde umduğunu bulamayanların sığındığı IMDb'de 8,5 puan alarak harika bir başarıya imza atmıştır. Hemen hemen her illüzyon sahnesinde, üst seviye de bir gerilim söz konusu. Ayrıca bir çok numaranın hileleri, filmde açığa vurulmuştur. İki sihirbazın birbirlerinin gösterilerini mahvettikleri anlarda insanın içine rutinlikten uzak, engel olamadığı bir heyecan giriyor. İzlerken farkedeceksiniz, Borden'ın Angier üzerinde bariz bir üstünlüğü var ama sonlara doğru Angier son gösterisiyle herşeyi kökünden değiştiriyor, ancak buda olayların bitişi demek değil ve dengesiz bir üstünlük rekabeti oluşuyor. Filmde olan kadınlara oluyor desem yeridir, izlerken bunu da farkedebilme şansınız var. Baş döndüren, insan ayağını yerden kesen sahnelerle dolu bir yapım. Kısacası her insan beyninin algılayamayacağı, çözemeyeceği gizemlerle dolu klasik bir Nolan başyapıtı. Ayrıca filmin Nolan'ın diğer başyapıtı Başlangıç filmiyle benzeyen bir çok yönü var; örneğin son sahnede ki çarpıcılık ve film bittikten sonra bile devam eden sorular, beynimizi ele geçirir nitelikte gizemlerdir. Gerçekten Son sahnesi favori son sahnelerimden bir tanesi ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar inanılmaz, tarihe geçmiş bir film ve başarılı bir son örneğiyle nefis bir sihirbaz filmi."
Prestij-Christopher Nolan
SİNEKLERİN TANRISI & LORD OF THE FLİES 1990
Okyanus üzerinde iken uçakları kaza yapan otuz kadar Amerikan askeri okul öğrencisi yakınlardaki ıssız bir tropikal adaya çıkarlar. Kazada...

-
İşlemediği bir suç yüzünden hapishaneye düşen hırsız Rıza (Kertenkele Rıza), onu ve diğer mahkumaları “adam” etmeye kararlı hapishane müdü...
-
Mehrollah'ın ata binmeyi öğrendiği motosikletteki bir yolcu sırasında 14 yaşındaki Mehrollah'ın babası öldürülür. Mehrollah, ailes...
-
Siyah beyaz fotoğrafik karelerle, köy yerinin sadeliğiyle, yerel ritüelleri yansıtışıyla ve hayvan sevgisinin etkileyici bir türüyle İnek (1...