27 Mayıs 2021 Perşembe

Misafir / The Guest-Andaç Haznedaroğlu

 


Andaç Haznedaroğlu’nun ikinci sinema filmi Misafir, Suriye’deki savaştan İstanbul’a kaçan on yaşındaki Lena ve komşusu Meryem’in zorlu yolculuğunu anlatıyor. Lena eve dönmek isterken Meryem, Avrupa’ya ulaşmayı istemektedir. Yurtlarındaki savaştan kaçarken büyük bir şehrin karmaşası içinde hayatta kalmaya çalışıp birbirlerine tutunurlar…

MİSAFİR sinema filmi | the visitor | feature film-Mehmet Eryılmaz

 


“Birileri; kızların kaderi annelerinin kaderine benzermiş derler, bak anne burada Allah’a and içiyorum ki, benim kızımın kaderi benim kaderime benzemeyecek” - NUR 2016 yılında montreal film festivalinden "büyük juri ödülü" ve "dünya eleştirmenler ödülü"yle dönen MİSAFİR filminde Yıllar önce babaevinden kovulan Nur, on yıl sonra annesinin ölüm döşeğinde olduğu haberini alır. Küçük kızını da yanına alarak acilen baba diyarına gider, amacı dünya gözüyle annesini görmek ve helalleşmektir. Film, evrensel bir tema olan anne kız ilişkisini ölüm teması çevresinde merkeze alırken, ülkemizde de yaygın olan aile içi cinsel taciz meselesini de alt hikaye bağlamında gündemine alır, Filmin genelinde birbirlerine alt bağlarla bağlanan aile fertlerinin hikayeleriyle “trajediden beslenen bir umut” duygusuyla, tutunamayanların hikayesi anlatılır.

20 Mayıs 2021 Perşembe

Gergedan Mevsimi -Bahman Ghobadi

 Yere ters konan bir kaplumbağa olağan yavaşlığına rağmen nasıl kendi gücüyle düz dönebiliyorsa , otuz yılını hapiste geçiren biri de herşeye rağmen ayakta kalmayı, yaşama tutunmayı başarabilir.  Uçurumun sonsuz derinliğinde her düşüş tedricidir aslında. Fizik kurallarının aksine, gerçek hayatta birden düşmez insan. Zamanı parçalara ayıran bir süreksizlik hâkimdir alçalışına. Sahel Farzan ( gerçekte mahlası Sadegh Kamangar) ,  1979’da İran Devrimiyle  otuz yıl hapsedildiği hücresinden çıktığında kabuğunun ağırlığına rağmen dümdüz kalabilmeyi, ağır aksak da olsa ilerlemeyi başarır.

Onu esaretin değil, asıl aşkın en dipteki hücresinde bırakan karısını aramaya koyulur. Çünkü  onu ölü bilen karısına sığınmaktan başka nefes alabileceği bir imkân yoktur yeryüzünde. Bu sebeple ayak bastığı İstanbul’da onu otuz yıl boyunca inandıklarından men eden gerçeklerle karşılaşır. O, dört duvar arasında hayatta kalmaya çabalarken,  sürgündeki karısı da iki çocuğuyla birlikte mülteciliğin zor koşullarına rağmen yaşamını sürdürmektedir. Şüphesiz onları ayrı düşüren nedenler kadar, kavuşmalarını engelleyen sebeplerin ağırlığı da bundan sonraki yaşamlarına yön verecektir.

Çünkü  sınırda yaşayanlar kendi topraklarını yaratırlar. Bir sürgün her zaman kapının eşiğindedir, ne içeri girebilir ne dışarı çıkabilir.Hapishane,  insanı işte tam da bu sebeple kadük bırakır. Kendi olmaktan mahrum ederek, gölgesini bile yok ederek, süreksiz bir zaman yitimiyle başbaşa bırakıp aynı boşluğa defalarca düşürerek.

Kaplumbağalar da Uçar, Sarhoş Atlar Zamanı adlı unutulmaz filmlerin İranlı yönetmeni Bahman Ghobadi’nin son filmi Gergedan Mevsimi, tüm haksız eleştirilere rağmen, klasikler arasında yerini alacak bir film.

Şiir kelimelerle yazılır, demişti Mallarme. Hapiste ve sürgünde geçirdiği yıllarda S. Farzan ilkin kelimelerinden mahrum kalır.  Onu suskunlaştıran bir devrim ilerlemeyi temsil edebilir mi? Sahel Farzan kimliksizleştirildikten sonra kendini temsil edebilir mi artık? Kelimelerin hasına, alasına haiz bir şair için otuz yıl mahpusluğun ardından en vahimi kelimesiz kalmak, içsel bir suskunluğa gömülmektir. Ghobadi, sualtı çekimleriyle böylesi bir dilsizliği imliyor. Suyun altında gözleri açık, kalbi atmaya devam eden ancak ağzını açtığı anda boğulacak bir adamın çaresizliğini yeryüzünde yaşıyor Sahel Farzan.

Ghobadi dört sene evvel İran hükümeti tarafından sınırdışı edilip ruhuna en yakın yer olarak seçtiği İstanbul’a yerleşince karar vermiş Gergedan Mevsimi’nin senaryosunu yazmaya. Çekimleri İstanbul ve Irak’ta  yapılan filmde Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk, Ahmet Mümtaz Taylan, Beren Saat ve Belçim Bilgin de rol alıyor İtalyan sinemasının dünya çapındaki ismi Monica Belluci ile Sahel Farzan’ın yaşlılığına hayat veren Behrouz  Vossoughi  dışında. Oyunculukları genel olarak iyi buldum, ama bilhassa Yılmaz Erdoğan’ın rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini düşünüyorum, özellikle ruj emme sahnesinde çok etkileyiciydi.  Beren Saat’in ise bu filmde kendini tekrarladığı hissine kapıldım, öteki oyuncular yanında sönük kaldığı kanaatindeyim.

Ghobadi’nin diğer filmlerinde de diyalog azdır, görsel dili güçlü bir sineması vardır İranlı yönetmenin. Metaforlardan sıkça yararlanır; sabık filmlerinde kullandığı kaplumbağa, at, sualtı imgelerinden bu filminde de yararlanmış,ilave olarak filmin adına ilham olan Gergedan’ın Son Şiiri’nden esinlenerek gergedan imgesine yer vermiş. Yılın tüm posasını; yani yaşamın tüm çirkinliklerini, yorgunluklarını, hayatımızdan eksiltilen ne varsa emip tüküren gergedan, aslında tüketim toplumunun kıskacında ideolojisizleştirilmiş, nesneleştirilmiş bireyi imliyor.

Yakın plan çekimleriyle artık bir Ghobadi üslubuna dönüşen anlatım Gergedan mevsiminde de hayat buluyor, önceki filmlerinin aksine yönetmen bu filminde  geri dönüşlerden yararlanmış az da olsa. Filmin akışını gayet tutarlı ve yerinde buldum. Ghobadi salt diyaloga dayalı, her karesi anında tüketilen filmlerin tersine görsel gücü yüksek, bu kez kelimenin her anlamıyla şiirsel bir film yapmış.

Gelgelim eleştirelere. Yok baş karakter niye hiç konuşmuyormuş!  Otuz yıl hapiste kalan bir adam bülbül gibi şakıyacak değildi ya. İran Devrimine neden yeterince değinilmemiş, film neden aşk üçgeninden ibaretmiş?  Ne zamandan beri aşk filmleri , hele ki İran sineması söz konusu olunca, hafifseniyor? İranlı tüm yönetmenlerin politik film mi çekmesi gerekiyor?Üstelik filmin siyasi bir içeriğe sahip olmadığını söylemek yersiz veya Gergedan Mevsimi’ni  salt aşk filmi olarak görmek abesle iştigal.  Kaldı ki İran Devriminin geleceği parlak bir sanatçının, ilk kitabıyla dikkat çeken bir şairin yok yere hayatını nasıl kararttığını anlatırken, aslında her ani ve köklü değişimde hem yaşın hem kurunun nasıl yandığını gösteriyor film. Rejim değişikliğinin etki ve sonuçlarına bir sanatçının hayatı üzerinden değinip resmin bütününü anlamak için gözden kaçırdığımız her parçasını da fark etmemiz gerektiğini gösteriyor. Yani insanı, her daim insanı, rakam olarak değil birey olarak insanı, salt bir topluluğu değil, tek bir insanı…

Sanatta esas olan bir şeyin adını anmak değil, onu işaret etmektir. Ghobadi’nin sineması bunu ziyadesiyle başarıyor. 

Gergedan Mevsimi -Bahman Ghobadi

 


İranlı şair Sahel Farzan, 30 yıllık mahkumiyet hayatından sonra serbest bırakılır. Fakat ailesini yaşadığı halde onun öldüğü haberini almış, sonrasında da ülkeyi terk ederek Türkiye'ye İstanbul'a yerleşmişlerdir. Bunun haberi alan Farzan, ne yapıp edip ailesini bulmak için İstanbul'un yolunu tutar. İkisi de hayatı allak bullak olmuş Sahel ve eşini bir araya getirmeye aşk yetecek midir?
İran'da şahın devrilmesiyle başlayan İslami rejim devriminin hemen öncesinde başlayan hikaye, bu politik değişimler ekseninde sancılı bir aşk öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Başroldeki Monica Belluci'nin yanı sıra Türk oyunculardan Beren Saat, Belçim Bilgin, Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk’un rol aldığı film, İranlı ve Türk oyuncuları bir araya getiriyor. Caner Cindoruk, Behrouz Vossoughi'nin canlandırdığı Farzan karakterinin gençliğini oynarken Beren Saat'i ise Bellucci'nin kızı rolünde beyazperdede...

17 Mayıs 2021 Pazartesi

Hayaletler (Ghosts) filmi - Azra Deniz Okyay

 Dram. Tüm Türkiye'de saatlerce süren elektrik kesintisinin olduğu tek bir günde geçen ve o gün İstanbul'un Sucular mahallesinde yaşananları dört farklı karakterin birbirine geçen hikâyeleri üzerinden anlatan Hayaletler'in başrollerini Nalan Kuruçim, Dilayda Güneş, Beril Kayar ve Emrah Özdemir'in paylaşıyor.

16 Mayıs 2021 Pazar

Yusuf ile Kenan -Ömer Kavur

 


Babaları gözlerinin önünde kan davasına kurban giden iki kardeş, çareyi İstanbul’a kaçmakta bulur. Tüm aramalarına karşın koca kentte Ali Amcalarını bulamazlar. Çaresizlik ve sefalet içinde sokaklarda geçen günlerin ardından yolları bir çocuk çetesiyle kesişir. Ağabey Yusuf çete reisi Çarpık Kerem’in sağ kolu olup, yasa dışı işlere karışırken, küçük Kenan dürüstlükten yanadır ve alın teriyle bir işte çalışmak için çaba gösterir. Yönetmen Ömer Kavur Senaryo Ömer Kavur , Onat Kutlar Müzik Çağdaş Araştırma Grubu Görüntü Yönetmeni Güneş Karabuda Tür Dram Oyuncular: Tamer Çeliker,Cem Davran,Hakan Tanfer,Şevket Avşar En İyi Film (16. Antalya Film Şenliği-1979) En İyi Senaryo (16. Antalya Film Şenliği-1979) Büyük Ödül (Uluslararası Milano Film Festivali-1980)

Pulp Fiction - Ucuz Roman (1994) / Detaylı Film İncelemesi

 

Pulp Fiction / Ucuz Roman (1994)-Quentin Tarantino

 


Ödül avcısı Butch Coolidge şeytanla yaptığı bir anlaşmada ödemeyi durdurmaya karar verir. Honey Bunny ve Pumpkin, hayatlarına biraz hareket katmak isteyen genç ve birbirlerine aşık bir çift soyguncudur. Bu arada iki işi iyi bilen gangster, Vincent Vega ve Jules, günlük işlerinden biri olarak,patronlarına ödemeyi geciktiren bir kaç sahtekar genci vurmaya giderler. Vincent patronun genç ve güzel karısına bebek bakıcılığı yapmakla da görevlendirilirken ortağı suç yaşamına son vermeye karar verir. Cesur bir boksör ise para karşılığı hile yapmayı redderek şehirden kaçar. Kader bu aykırı tipleri mutheşem bir raslantı sonucu bir araya getirecektir.

11 Mayıs 2021 Salı

Cinayet Süsü-Ali Atay

 


Cinayet Süsü, gizemli bir seri katil vakasını çözmeye çalışan cinayet büro ekibinin maceralarını konu ediyor. Başkomiser Emin, komiser Salih, komiser Asuman ve komiser yardımcısı Alaattin'den oluşan Cinayet Büro ekibi ilginç bir vaka ile karşı karşıyadır. Birbiri ardına işlenen cinayetleri araştıran ekip, hiçbir delil ve ipucuna ulaşamaz. Cinayetlerin gittikçe artması, basının ve halkın olayla fazlasıyla igilenmesi, buna rağmen ekibin hiçbir ilerleme katedememesi Başkomiser Emin ve arkadaşları üzerinde büyük bir baskı oluşturur. Bu sırada Emniyet Genel Müdürü, davanın çözümünde yardımcı olması için “suç uzmanı” Dizdar Koşu'yu Emin'in ekibine atar. Üzerlerindeki baskıdan dolayı iyice ezilen Emin ve ekibi, karşılaştıkları en tuhaf seri cinayet zincirini çözebilmek için her yönteme başvurur. Bu kedi fare oyununda katili mi pes edecektir yoksa polisler mi?

10 Mayıs 2021 Pazartesi

Baba -1996 - İran Filmi-Mecid Mecidi

 


Mehrollah'ın ata binmeyi öğrendiği motosikletteki bir yolcu sırasında 14 yaşındaki Mehrollah'ın babası öldürülür. Mehrollah, ailesini desteklemek için şehirde bir işe girer. Ziyaret için döndükten sonra arkadaşı Latif'ten annesinin bir polisle tekrar evlendiğini ve daha büyük bir eve taşındığını öğrenir. Bu, yeni üvey babasını kabul etmeyi reddeden Mehrollah'ı derinden kızdırır; o da annesine karşı acı çeker. Ailenin eski evinde ikamet eden Mehrollah, sadece arkadaşı Latif'in bulundukları yere ihanet etmesi için genç kız kardeşlerini kaçırır. Latif, Mehrollah ile görüşmediği ailesinin arasında gidip gelir. Mehrollah yaralanınca Latif, Mehrollah'ı iyileşmesi için eve götüren üvey babasını çağırır. İyileştikçe üvey babasının tabancasını çalar ve Latif ile şehre kaçar. Üvey baba motosikletle şehre gider ve her iki çocuğu da tutuklar. Latif'i bir otobüse yerleştirerek Mehrollah'ı motosikletiyle eve götürür, ancak yolda motosiklet bozulur ve çölde mahsur kalır. Ardından gelen aşırı zorluklarla Mehrollah yavaş yavaş yumuşar ve üvey babasını kabul etmeye başlar. 

İnanılmaz Paralar! Düşük Bütçelerine Rağmen Gişede Fırtınalar Estiren 12 Film


 Büyük miktarlarda harcanan paralarla yapılan filmler bazen hüsranla sonuçlanabiliyor. Ancak bazen de, iyi bir hikaye ve güzel bir pazarlama stratejisiyle çok ucuza mal edilen filmler yapımcılara servet kazandırabiliyor. 

12. Uyuşuk (1990) Slacker

Bütçe: $23.000
Hasılat: $1.227,508
Richard Linklater’ın ilk dönem filmlerinden biri olan "Slacker"ın bildiğimiz anlamda bir hikayesi yok. Linklater’ın kamerası Austin, Texas’ın sokaklarında, caddelerinde bir arka planı olmayan türlü karakterleri takip ediyor. "Slacker", farklı şehir meselelerine ve Amerikan olmak kavramına atılan bağımsız, serbest ve doğal bir bakış diyebiliriz.

11. Gitarım ve Silahım (1992) El Mariachi

Bütçe: $7.000
Hasılat: $2,041,928
Küçük bir Meksika kasabasına iş bulma ümitleriyle giden El Mariachi lakaplı adam hayatını gitar çalarken kazandığı bahşişlerle sürdürmektedir. Bu kasabada kalacak ve çalışacak bir yer ararken Domino isimli bir kadınla tanışarak onun işlettiği barda çalışmaya başlar ve kadına aşık olur. Ancak, hayatını yoluna koymaya başlayan El Mariachi için işler bu şekilde yolunda devam etmeyecektir. Dış görünüm olarak kasabada işlenen bir cinayetin failine benzeyen genç adam, intikam için katilin peşine düşen azılı bir çete tarafından takip edilecektir.

10. Gabriela, Cravo e Canela (1983)

Bütçe: $50,000
Hasılat: $2,335,352
"Gabriela, Cravo e Canela" filmi de düşük bir bütçe ile, gişede rekorlar kıran filmlerden biri. 1925 yılında aşçı Gabriela, eşi Nacib ile küçük bir sahil kasabasında bar açarlar ve olaylar gelişir. Şimdiden sizi uyaralım, "Gabriela, Cravo e Canela" pornografik ögeler içeren bir film

9. In the Company of Men (1997)

Bütçe: $25,000
Hasılat: $2,883,661
"In the Company of Menberaber" filminde, aşık oldukları tarafından terk edilen 2 erkeğin, karşı cinsten intikam amacı ile masum bir kadına karşı oynadıkları bir oyunu konu alıyor. Aynı zamanda bu kadın, duyma engellidir. 

8. Tezgahtarlar (1994) Clerks

Bütçe: $27,000
Hasılat: $3,073,428
Patronu arayıp, çalıştığı marketi pazar günü de açması gerektiğini söyleyene dek, Dante Hicks sıradan bir gün planlamaktaydı. Öğlen 2’de arkadaşlarıyla oynayacağı Hokey maçı tehlikeye girmişti. Ayrıca kız arkadaşı tarafından sürekli okula dönmesi için beyni bulandırılan Dante, daha sonra ise eski kız arkadaşı Caitlin’in evleneceği haberini alır...

7. Pi (1998)

Bütçe: $68,000
Hasılat: $3,221,152
Max, çılgın olduğu kadar dahi bir matematik meraklısıdır. Matematiğe ve özelikle de Pi sayısına karşı oluşturduğu takıntısı, onun tüm hayatının gidişatını belirlemektedir. Max, on yıldan beri tüm doğanın ölçülebilir bir kodlanma sistematiğine sahip olduğunu fark etmiştir. Artık tek amacı doğanın bu büyük sırrını çözmektedir. Max, elindeki verilerle karşısındaki problemin çözümüne kalkışır. Ancak adım adım vardığı sonuç, onu problemin tam da ortasındaki değişken yapacaktır. Max’ın vardığı nokta, dünyayı temellerinden sarsacak kadar yenilikçidir...

6. Facing the Giants (2006)

Bütçe: $100.000
Hasılat: $10.000.000
Lise takımının koçu Grant Taylor, 6 yıldır başında olduğu takımının kötü gidişi nedeniyle topun ağzına gelmiştir. Bunun yanında, çocuk sahibi olmakta yaşadığı sıkıntılar hayatındaki kötü gidişin son damlası olmuştur. Ancak koç Taylor inançlı biridir ve bu zor zamanında Tanrı'ya sığınarak takımını yeniden ayağa kaldıracak gücü bulacaktır… Devlerle Yüzleşme, inançlı olmanın, zor zamanlardan sıyrılıp başarıya ulaşmada önemli bir faktör olduğunu kanıtlayan etkileyici bir spor filmi.

5. Kardeşler ve Sevgililer (1995) The Brothers McMullen

Bütçe: $50,000
Hasılat: $10,426,506

Edward Burns'ın yönetmenliğindeki aile, romantik-komedi türünde olan film Mcmullan biraderlerin ve eşlerinin tabir-i caizse "kimin eli kimin cebinde" olan ilişkilerini konu ediniyor. 

"The Brothers McMullen", 1995 yılında "Sundance Festivali'nde "Büyük Jüri Ödülü"nü "The Young Poisoner's Handbook" ile paylaşmıştı.

4. Şişir Beni (2004) Super Size Me

Bütçe: $65,000
Hasılat: $11,5229,368
Fast food ile beslenen bir toplum olarak bilinen Amerikalılar ciddi anlamda obezite sorunu ile karşı karşıyadırlar. Filmin yönetmeni Spurlock, bu konuya eğilerek bir araştırma çalışması yapar ve belgesel tadında bir yapım hazırlar. Kendisi gün boyunca sadece Mc Donalds’dan yemek yer. Bunu bir ay sürdürür. Çok geçmeden hem fiziksel olarak hem de ruhsal açıdan belirgin etkilerini gözlemlemeye başlar. Öyle ki ikinci haftanın sonunda doktorların ifadesi ile ölüm tehlikesi ile burun buruna gelmiştir. Superlock, bu araştırması dahilinde özellikle reklam sektörünün de desteği ile müptelası haline gelinen Mc Donalds ve benzeri fast food firmalarının, insan hayatındaki tehlikesini gözler önüne seriyor.

3. Deep Throat (1972)

Bütçe: $25,000
Hasılat: $45,000,000
"Deep Throat"da evlenmeden önce cinsel bir birliktelik yaşamaktan uzak duran ancak bunun yerine ziyadesi ile farklı deneyimlerden geçen Linda Lovelance’in hikayesi konu ediliyor. Kendisi son derece hoş ve çekici genç bir kadındır. Bekaretini düğüne kadar saklamakta da kararlıdır. Ancak hem evleneceği adamla hem de başkaları ile yeterince oral tecrübesi edinmiştir. Hatta bunun oldukça derin limitlerinde dolaşma fırsatı da bulmuştur. Filmin popülaritesi ise hem pornografik özellikler taşımasından hem de düşük bütçeyle milyonlara ulaşabilen bir yapım olmasından kaynaklanıyor...

2. Paranormal Activity (2007)

Bütçe: $15,000
Hasılat: $107,918,810
"Paranormal Activity", insanoğlunun bilinçaltındaki en ilkel korkularını gıdıklayarak başarıya ulaşan, zeki serilerinden.çok düşük bütçelerle, sadece insanın endişe ve hayalet ve bilinmeyen korkusuna dayalı kurgusuyla bir hayli ses getirdi dünya ölçeğinde. Mizah ve kız arkadaşı Katie San Diego'nun sessiz, sakin ve ıssız yerleşim yerlerinden birine tanışırlar. Başlarda her şey yolunda gibi görünüyordur. Ancak Katie'nin bir sorunu vardır. Genç kız küçük yaşlarından bu yana uhrevi bir mahluk tarafından takip edildiğini hissetmektedir ve bu varlık bu yeni evde de takiptedir! Olayın ardındaki gizemi çözmeye karar veren Mizah, yatak odalarına bir el kamerası düzeneği kurarak bu ecinniyi alt edebileceğini düşünür. Böylece olağan dışı bir olay meydana geldiğinde, bir peri, cin ya da hortlak evlerine davetsiz misafirliğe kalkıştığında tüm ayrıntısıyla kayıt altına alabileceklerdir. Başlarda ayak sesleri gibi basit seslerin duyulmasıyla başlayan bu olaylar silsilesi, zamanla şiddetini artırarak genç çifti korku dolu anlara sürükleyecektir...

1. Blair Cadısı (1999) The Blair Witch Project

Bütçe: $60,000
Hasılat: $140,539,099
Üç kişilik bir belgesel ekibi, Maryland sınırlarında bulunan Black Hills Ormanlarındaki miti araştırmak üzere yola çıkar. Söylenegelen Blair Cadısı efsanesi hakkında bilgi edinmek ve bu efsanenin nasıl bir anlatıdan günümüze kadar geldiğini öğrenmek tek amaçlarıdır. Ormanda yaptıkları yolculuk araştırmacı bir atılımdan çok daha fazlasına gebedir. Geçen her dakika, bu efsanenin bir yalandan ibaret olmadığını anlayacaklardır. Bunu anladıklarında ise ormanın derinliklerinde çoktan kaybolmuş olacaklardır. Daniel Myrick, Eduardo Sánchez ikisinin kısa sürede kült mertebesine ulaşan filmleri günümüzde epey bir popüler olan 'found footage' filmler furyasının da fitilini ateşlemişti.

Gelincik Filmi-Orçun Belli

Görevinden ayrılan bir polis olan Ayhan, yıllarca mücadele ettiği her şeyi ardında bırakarak kendisine yeni bir yaşam kurmaya karar verir. Şehirden uzakta bulunan bir orman evine yerleşen Ayhan, burada avcılık yapar. Ava çıktığı bir gün bir gelincik vuran Ayhan, bu sırada ortaya çıkan Karadayı'dan gelincikler hakkında tuhaf bir kenahet öğrenir. Gelincikler konusunda kendisini uyaran Karadayı, tuhaf olduğu kadar iyi bir insana benzemeketedir. Ayhan, ardında bıraktığı anılarıyla yüzleşirken bir yandan da kendisine musallat olan gelincikle mücadele etmek zorunda kalır.

Gelincik Film Analizi-Orçun Belli


 Orçun Benli imzalı Gelincik filmi öncelikle iki şeye işaret ediyor. Orçun Benli isterse iyi film yapabiliyor, bir diğeri de bu ülkenin sahiden politik tabanlı filmlere daha çok ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Gelincik daha çok bir atmosfer filmi, kara, gerilimli ve zaman zaman sert bir rüzgar gibi esiyor seyircinin ensesinde. Bu gerilim rüzgarı Ayhan’ı da yokluyor film boyunca. 


90’lı yılların siyasi atmosferine uygun davranarak elini kirleten ve bunun hesaplaşmasını yaşayan bir polise odaklı film, hikayesini çoğunlukla ıssıza çekiyor ve Ayhan’ı geçmişte işlediği suçların töhmetinde bırakıyor, tabii bunda ormanda sürekli karşısına çıkan ve onu geçmişiyle geleceği arasında bırakan Karadayı’nın da payı var. Avlanmaya devam eden Ayhan; bir gece gelincik vurur ve gizemli bir şekilde karşısına çıkan Karadayı ile tanışır. Karadayı Gelincik’in tavşan gibi olmadığını, eşinin mutlaka gelip intikamını alacağından bahseder ve onu derin bir paranoyanın içine hapseder, bir hesaplaşmanın içine çeker. Benli burada yapılanların karşılıksız kalmaması dileğini sunuyor! 

Film Ayhan’ı kendi aile hayatı içinde resmederken, işkenceci bir polisin kendi özel hayatı içinde normal tavırlar sergileyen, kendi çocuklarına babalık yapan başkalarının çocuklarına işkence yapan bir adamlar olduğuna da bir gönderme sunuyor. Tabii filmde gizemli olan noktalardan biri de Karadayı. Karadayı onun vicdanı mı, içsesi mi yoksa geçmiş ya da geleceği mi? Anlattığı av hikayeleri Ayhan’ı işkence günlerine çeken başka bir avlanma dinamiği barındırıyor. Bu hikayeler geçmişinde iyi bir şeyler yaptığını savunan, yani kendisine bir savunma mekanizması yaratan Ayhan’ı vicdani bir hesaplaşmaya sürüklüyor ki çözülmeler de o noktadan sonra başlıyor. Benli iki ayrı yolda akan hikayeyi güzel bir biçimde birleştirmeyi başarıyor. Filmde ele alınan genelde erkek dünyası, yani görünen kısımları erkekler oluşturuyor. Kadınların varlığı az ama belirleyici. Erkek dünyasının ikiyüzlülüğüne ayna tutan, onların yaydığı şiddet duygusundan etkilenen, onları dizginleyen ama aynı zamanda onları taşıran noktalar olarak yer alıyor. Filmin iyi noktalarından birisi de sorgulaması. Şiddet, ego ve güç kavramlarını sorguluyor. Ve bunu iyi bir gerilim duygusuyla yapıyor. 


Gelincik derdini bağıra bağıra değil ama belli bir gerilim duygusuyla anlatan, cesur ve sorgulayıcı diliyle 90’lara bakan, bir çeşit, işkencecinin kendini sorguladığı bir film olmuş. Oyunculuklarıyla göz dolduran Taylan'ın Antalya’dan en iyi erkek oyuncu ödülüyle döndüğü film; doğal ışık kullanımı, kurgusu ve diliyle seyirciyi zorlayan bir anlatım sunuyor. Benli’nin daha çok bu tarz filmlerle karşımıza çıkması dileğiyle… 

9 Mayıs 2021 Pazar

Contact(1997)-Kontak-Mesaj Film-Robert Zemeckis

 


Çocukluğundan gelen merak ve heyecanla dünya dışı yaşamlara ve varlıklara inanan Dr. Eleanor Arroway, bu tutkusunu çocuk yaşta kaybettiği babasının da yardımlarıyla bir mesleğe dönüştürür. Dr. Arroway SETI isimli programda çalışan, dünya dışı varlıkları araştıran bir ekibin önemli gökbilimcilerinden biridir. Çocukluğundan bu yana umudunu asla kaybetmeyen ve her seferinde daha tutkulu bir şekilde radyo sinyallerini dinleyen kadın ihtiyacı olan fon desteğini de elde ettiğinde, rekabetçi çalışma ortamına ve uğradığı haksızlaklara rağmen, hayalini kurduğu ve gerçekliğine sıkı sıkıya tutunduğu dünya dışı varlıklardan ilk mesajını alacaktır.
Pulitzer ödüllü Carl Sagan’ın romanından Oscar ödüllü Forrest Gump filmiyle tanıdığımız Robert Zemeckis tarafından beyaz perdeye uyarlanan başarılı film, evrenin kendisi ve insanoğlunun evrene dair oluşturduğu algı arasındaki çelişki üzerine önemli çıkarımlar yapıyor.

Sun Children (Güneş)-Majid Majidi

 


12 yaşındaki Ali ve üç arkadaşı, hayatta kalmak ve ailelerine destek olmak için küçük işler ve küçük suçlar işliyor. Olayların zamanında dönüşü, Ali’ye gizli bir yeraltı hazinesi bulma görevi verilir. Ancak hazinenin gömülü olduğu tünele erişim sağlamak için Ali ve çetesi, önce sokak çocuklarını ve çocuk işçilerini eğitmeye çalışan bir hayır kurumu olan yakın Sun School’a kaydolmalıdır .

4 Mayıs 2021 Salı

Kandahar’a Yolculuk-Mohsen Makhmalbaf-Kandahar

 


Taliban'ın sebebiyet verdiği iç savaş, Afganistan'ı kasıp kavurmaktadır. Nafas ise bu savaşın acıları sebebiyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan bir kadın habercidir. Başvurduğu Kanada'da daha rahat ama üzgün bir yaşam sürmektedir. Bir gün ülkede kalan kız kardeşinden bir mektup alır. Mektupta, kızın kendini öldürme kararı aldığı yazmaktadır. Nafas'ın bir şekilde geriye dönmesi gerekmektedir. Tek şansı İran üzerinden Afganistan'a girmektir. Bu da pek kolay olmayacaktır.

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Sınır / Border


Sinema izleyicilerinin çoklukla Kıta Avrupa’sı ve Amerika sinemalarına olan ilgisi, son dönemde özellikle “Cannes”, “Toronto”, “Sundance” gibi bağımsız yapımlara önem veren festivallerin de katkısı ile İran, Uzakdoğu, İskandinavya ülkeleri sinemaları gibi daha az bilinen sinemalara doğru bir seyir izlemekte. Bu ülkelerin sinemalarının kendilerine özgü bir sinema dili oluşturduğu söylenebilir. İskandinavya ülkelerinden olan İsveç sineması, sinemaseverler için bilinmeyen bir sinema değil. Sinemanın dehalarından İngmar Bergman‘ın varlığı dahi tek başına İsveç sinemasının ne kadar büyük bir sinema ülkesi olduğunu kanıtlar nitelikte. Bunun dışında, 2000 tarihli “Çikolata” filmi gibi popüler filmleri ile de tanınan Lasse Hallström; en son sinemalarımızda gösterilen ve beğenilen “İnsanları Seyreden Güvercin” filminin yönetmeni Roy Andersson; “Gir Kanıma” filmiyle adından söz ettiren Tomas Alfredson; “Ejderha Dövmeli Kız” filmi ile tanıdığımız Niels Arden Oplev ile en son 2017 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülünü “The Square (Kare)” filmi ile kazanan ve ülkemizde adını ilkin 2014 yapımı “Turist” ile duyduğumuz Ruben Östlund İsveç’in bilinen yönetmenleri olarak öne çıkmaktalar.

Border” filmi, 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde “En İyi Film Ödülü”nü kazanarak dikkatleri üzerine çekmişti. Yönetmen koltuğunda 1981 Tahran doğumlu Ali Abbasi oturmakta. Abbasi, özellikle 2016 tarihli dram/korku türü yapım olan ve beğenilen “Shelley” filmi ile adından sinema çevrelerinde söz ettirmişti. Yönetmen, eğitimini Danimarka Ulusal Film Okulu’nda aldığı için İskandinavya sineması tekniğine uzak birisi değil. Zaten film, çoğu öğeleri ile İsveç sinemasının genel unsurlarını taşımakta. Kameranın statik pozisyonu, olay örgüsünün yavaş ilerlemesi, konu ve anlatımın minimalist şekilde kullanımı, coğrafyanın filme uygun yedirilmesi bir arada değerlendirildiğinde filmin İranlı bir yönetmenin eli ürünü olduğu ilk başta anlaşılır değil.

Border, İsveç edebiyatı’nın son dönem önemli yazarlarından “John Ajvide Lindqvist“in aynı adlı eserinden uyarlanma. Ancak bu, yazarın ilk uyarlanan eseri değil. Ülkemizde de gösterime giren yönetmenliğini Tomas Alfredson‘un yaptığı 2008 yapımı bol ödüllü “Let The Rıght One In (Gir Kanıma)” filmi de aynı yazarın eserinden sinemaya aktarılmıştı. Oyuncu kadrosu oldukça sınırlı olan Border‘da ana kahramanlardan olan Tina (Eva Melander) gümrük memuru olup, filmin başından itibaren örnekleri verildiği üzere genel toplum tipolojisinden farklı yanları bulunmakta. Bu durum, fiziksel görünümünden kaynaklandığı gibi, aynı zamanda insan duygularını önceden hissetmeye elverişli koku alma yeteneği ile kaçak malların nerede olduğunu önceden görecek altıncı his benzeri özel yetenekleri olacak nitelikte farklı maharetlerle de sergilenmekte. Tina, aynı zamanda işine de çok bağlı. Kimseye iltimas yapmaz, kuralları katı bir şekilde devlet aygıtı adına başarılı bir memur kategorisi ile yürütür, astlarında belirli bir itibarı vardır.

Filmin hemen girişinde kılık kıyafeti ile kendisini ele vermesi zor pedofili kişisinin cep telefonunun içinde sakladığı kapsülünü koku marifetiyle bularak tespit etmesi ve adet olarak fazla likör taşıyan genci yakalaması maharetlerinin ilk işaretleri. Tam da bu süreçte belirli bir rutinde hayatını yürüten Tina’nın hikayesini ters yüz edecek ikinci ana kahraman Vore (Eero Milonoff) ortaya çıkar. Yine bir kontrol sırasında Tina’nın markajına giren Vore’de Tina’nın yanıldığını görürüz. Vore’de bir şey çıkmadığı gibi, erkeklik organı da bulunmaz ve bu durumdan Tina erkek personel tarafından aranıldığı için üzgünlük duyarak, isterse şikayet hakkını kullanabileceğini kendisine söyler.

Vore, Tina’ya fiziken çok benzemektedir. Kendisi kadar gizemli yönleri olduğunu hal ve hareketleri ile anladığımız Vore’yi Tina merak eder. Hatta belki de meraktan da öte kendisinin yanılmasına sebep olan bu kişi, konuşma ve halleri ile kendisinden daha gizemli ve özel yetenekleri olduğunu hissettirir. Normalde kimsenin özel hayatını belirli bir bürokratik kültüre sahipliğinden olsa gerek merak etmeyen statik kişilik Tina, Vore’nin kaldığı hostel’e gider. Aslında rutin bir hayatı olsa da, Tina’nın kendi fantastik dünyasında bir arayış içerisinde de bulunduğu seyirci tarafından baştan hissedilmektedir.

Tina’nın yalnız kalmamak için sürekli evde TV izleyen ve köpek dövüştüren Roland (Jörgen Thorrson) ile aynı evi paylaşması, kendisi için aslında mutluluk veren bir durum değildir. Roland’ın cinsi ilişki teklifini kabul etmemesi, kitap okurken televizyonun sesini kısmasını istemesi ve en sonda da kovması Tina’nın fasit bir hayatının olduğunu gösterir. Tina mutsuzdur, çirkinliğinin ve yüzünün bu hale gelişinin nedenlerini daima babası’na (Sten Ljunggren) sorar. Babası ile de tam anlamıyla sağlıklı bir diyalog kuramamaktadır. Babasının Roland’dan olan şüphelerine ilişkin konuşmasının Tina tarafından kesilmek istenmesi, aralarındaki ilişkinin sağlıklı bir boyutta olmadığını gösterir. Tina, çocuğunun olamayacağına dair üzüntüsünü, düz/tepkisiz yüz hatlarına karşın zaman zaman izleyiciye sözleri ile gösterir.

Tina’nın belirttiğimiz fantastik dünyası yalnızca fiziki görünüşü ya da özel yetenekleri ile sınırlı değildir, aynı zamanda doğa ile ve tabiatın bir parçası olarak geyik, kurt gibi hayvanlarla da kendisine göre geliştirdiği bir iletişim biçimi vardır. Zaten film boyunca Tina’nın kükreme, hayvani bir kısım hareketleri aksettirmesi, örneğin sıklıkla koku alma duyu organını işlevli hale getirmesi Tina’nın zaten bir insan boyutundan farklı bir türün temsili olduğunu göstermektedir. Filmin ismi bu açıdan yanıltıcı olabilmektedir. Zira, Border yani sınır isminin sanki Tina’nın gümrük memuru olmasından hareketle mesleki gayeyle konulmuş ad olduğu gibi bir algı ortaya çıkarabilir. Ancak border/sınır ile kastedilen bence “insanlık ve cinsiyet sınırı“dır.

Tina’nın ilerleyen aşamalarda Vore ile aynı evi paylaşması, cinsel ilişkiyi tersi rollerle yaşaması, beraber doğanın onlara bahşettiği larvaları yemeleri, şimşek çaktığında beraber sarılarak masa altında ağlamaları hep Tina’nın kendi türünü ve en az kendisi kadar egzantrik birisini bulduğuna dair inanç ve güveninden kaynaklanmaktadır. Spoiler verip filmin tadını okuyucuya kaçırmama adına belirtmemiz gerekir ki, filmin sonunda Vore’nin filmin başlangıcı ile bağlanan intikam vurgulu olay örgüsü, Tina’nın babasının itirafları ile bir bütün olarak bakıldığında, sınırı aşan Tina’nın mutluluğu bu üçüncü tür ilişkide beklemesinin beyhudeliğini gösterir. Bu nedenle film bana kimi fantastik yanlarına karşın, feminist yazının güçlü ismi Simon de Beauvoir‘ın özellikle “İkinci Cins” eserinde bahsettiği kadının olanaklarını aşma, tasarlama yeteneğinin her türlü erkek tarafından önemsizleştirildiğine dair tezlerini hatırlattı.

Bürokratik düzlemde yaptığı iş kendisini cinsiyetsizleştirmekte, kendisine benzeyen tarafından ise yine kendi sınırlarına hapsedilmeye uğraşılmaktadır. Üstelik filmin başında markette alışveriş yaptığı anlarda kendi hemcinsleri tarafından bile görüntüsü nedeni ile kötü bakışlara maruz kalmaktadır.

Film, başka dünyaların insanları hissini veren iki itici görünümlü Tina ve Vore’nin ilişkilerini belirli bir düzeyde anlatması, özellikle Vore açısından da olanaksız olan cinsel birleşimin sağlanması kısımları itibari ile başarılı. Filmin renk kullanımı, kamera çekimlerinin özellikle Tina ve Vore’nin fiziksel hallerinin ışık ve makyaj ile doğru kullanımı ile de belirli bir düzeyi tutturuyor. Özellikle pastoral kısımlarda görüntü yönetmenliği çoğu Kuzey Avrupa filminde olduğu gibi başarılı. Filmin, son hale kadar belirli bir durağanlığı ile yürüyen akışına uygun müzikler de doğrusu rahatsızlık vermemekte. Ancak filmin rotasını belirlerken gel gitler yaşadığını görmemekte mümkün değil.

Filmin prologunda sanki bir bürokrasi eleştirisi ya da adaletsizlik temasını gerçek dünya ile bağıntılayarak anlatacağını sandığımız anlarda film bir anda fantastik dünyaya yöneliyor. Kuşkusuz John Ajvide Lindqvist‘in romanlarında, örneğin daha önce andığımız “Let The Rıght One In“de vampir dünyasının anlatımında olduğu gibi bu fantastik yönelim yadırganmayabilir. Ancak filmin meramının tam olarak ne olduğu izleyiciye tam olarak yansıtılamamış. Tina’nın doğaya yönelimi belirli açılardan verilmiş, ancak yer yer evin penceresinde, yolda, ormanda temayüz eden hayvanlarla olan yönü daha özgün bir beklenti yaratıyor, çünkü bu sekanslar sık sık tekrarlanıyor. Genel arzu filmin sonunda da karşılanmıyor. Ayrıca gümrük memuru olan Tina’nın polisiye kulvarlara girmesi, özellikle polis Agnetta (Ann Petren) ile olan diyalogları belirli oranda inandırıcılıktan uzakta. Bununla birlikte film İskandinavya soğukkanlı anlatımı ve ilginç oyuncu tipolojisi ile kuşkusuz izlenebilir. Biz sözü yine Simone de Beauvoir‘a bırakalım: “…erkeğin yaşantısı akılsaldır, ama bir takım boşlukları vardır; kadınınki ise kendi sınırları içinde karanlık ama doludur, tamdır.

Sınır – Gräns-Border-Ali Abbasi

 


“Nordik kara film” Sınır, iki parlak ismi bir araya getiriyor: yönetmen koltuğunda Shelley ile tanınan Ali Abbasi, filmin uyarlandığı özgün romandaysa Let The Right One In / Gir Kanıma ile büyük başarı kazanan yazar John Ajvide Lindqvist. Üstelik filmin senaryo yazarlarından biri de Holiday / Tatil ile 2018’de 37. İstanbul Film Festivali’ne konuk olan yönetmen Isabella Eklöf. Şüphelendiği, kendi kadar tuhaf bir adamı takıntı haline getiren Tina adındaki bir sınır polisinin sonunda kendi varlığını bile sorgulayacağı birtakım sırları öğrenişini anlatan Sınır aşk filmi, doğaüstü ve kara film ögelerini zekice harmanlıyor.

2 Mayıs 2021 Pazar

Prestij (The Prestige) film -Christopher Nolan


 "Toplumu etkilemenin ve sürükleyici bir koku gibi yayılan yere insanları çekmenin yolu nedir? Bu akıl almaz sihir çatışmasında, tamda bu anlatılıyor. İnsanların bir araya gelip izlemeleri gereken şeyler sinema ile kısıtlı değildir; büyüleyici bir yetenek çekişmesini sihirbazlıkla ekranlara yansıtan bu enfes Christopher Nolan filmi, 2000'li yılların en harika filmlerinden bir tanesidir. Memento, Başlangıç, Kara Şovalye, Interstellar gibi filmlerle adını duyurmuş ve tüm dünyada tanınmış deha olan Nolan'ın, 2006 yılında ki bu enfes, göz alıcı başarısıyla yoğrulmuş sihirbazlık çatışması büyük bir yankı uyandırdı. Sihirbazlığı bir meslek edinmiş, gittikçe kıvılcımlanan ve felakete doğru sürüklenen bu akıl almaz savaşın düellocuları olan iki sihirbaz, insanlara hızın ve becerinin önemini aktarıyorlar bu savaşlarıyla. Teknolojik açıdan kısıtlı bir devirde geçen filmde, Tesla gibi milyonda bir dünyaya gelen insanı da zaman zaman gözler önüne seriyor. Gerilimi daha ilk sahneden damarlarımıza akıtan Prestij, her filmde göremeyeceğimiz görselleri sunuyor biz izleyicilere. Klasik Nolan filmi işte, anlamak için zeka ve pür dikkat izlemek gerekir, görsel zenginliğin büyüsüne kapılırken diyaloglara dikkat etmek gerekir. Kara Şovalye ve Başlangıç filmlerinde ki gibi, bu filmde de usta aktör Michael Caine'e yer verilmiş. Minik kuşların masumiyetleri, gizeme dönüşebiliyor ve şimşek, etkisini yitirip zararsızlaşabiliyor. Sihirbazlıkta herşey mümkün, namümkünü mümkün kılmak, sihirbazlıkta sadece bir aşamadır. Oyuncu kadrosuda son derece göz doldurucu; başrolde harika performansıyla Hugh Jackman, her zaman ki gibi olağanüstü yardımcı oyuncu performansıyla Christian Bale, insanlıkdışı ve büyüleyici güzelliğiyle Scarlett Johansson, tecrübe akan oyunculuğuyla Michael Caine ve sadece 9 gün önce hayatını kaybeden efsane şarkıcı David Bowie. Ayrıca kostüm, ses gibi şeylerde olağanüstü bir efor sarfedilmiş; şayet kostüm ve davranışlar bu kadar başarılı olmasaydı, devri bu kadar güzel bir gerçekçilikle yansıtamazlardı. Esaretin Bedeli, Se7en, Dövüş Kulübü, Ucuz Roman ve bir çok film gibi Oscar ödüllerinin haksızlık ettiği, ancak Oscar ödüllerinde umduğunu bulamayanların sığındığı IMDb'de 8,5 puan alarak harika bir başarıya imza atmıştır. Hemen hemen her illüzyon sahnesinde, üst seviye de bir gerilim söz konusu. Ayrıca bir çok numaranın hileleri, filmde açığa vurulmuştur. İki sihirbazın birbirlerinin gösterilerini mahvettikleri anlarda insanın içine rutinlikten uzak, engel olamadığı bir heyecan giriyor. İzlerken farkedeceksiniz, Borden'ın Angier üzerinde bariz bir üstünlüğü var ama sonlara doğru Angier son gösterisiyle herşeyi kökünden değiştiriyor, ancak buda olayların bitişi demek değil ve dengesiz bir üstünlük rekabeti oluşuyor. Filmde olan kadınlara oluyor desem yeridir, izlerken bunu da farkedebilme şansınız var. Baş döndüren, insan ayağını yerden kesen sahnelerle dolu bir yapım. Kısacası her insan beyninin algılayamayacağı, çözemeyeceği gizemlerle dolu klasik bir Nolan başyapıtı. Ayrıca filmin Nolan'ın diğer başyapıtı Başlangıç filmiyle benzeyen bir çok yönü var; örneğin son sahnede ki çarpıcılık ve film bittikten sonra bile devam eden sorular, beynimizi ele geçirir nitelikte gizemlerdir. Gerçekten Son sahnesi favori son sahnelerimden bir tanesi ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar inanılmaz, tarihe geçmiş bir film ve başarılı bir son örneğiyle nefis bir sihirbaz filmi."

Prestij-Christopher Nolan

 


Prestij, birbirini alt etmeye çalışan iki sihirbazın hikayesini anlatıyor. 19.yy sonlarında Londra’da Robert Angier, sevgili eşi Julia McCullough ve Alfred Borden hem arkadaştırlar hem de bir sihirbazın asistanlarıdırlar. Bir gösteri esnasında Julia ölünce Robert, onun ölümünden Alfred’i suçlar ve birbirlerine düşman olurlar. Zaman içinde ikisi de hem ünlü olurlar hem de rakip sihirbazlara dönüşerek birbirlerinin sahne üstünde performansını sabote etmeye kalkışırlar. Alfred başarılı bir hile yapınca Robert, rakibinin sırrını çözmek konusunu takıntı halinde getirir ve trajik olaylar birbirini kovalar.

SİNEKLERİN TANRISI & LORD OF THE FLİES 1990

  Okyanus üzerinde iken uçakları kaza yapan otuz kadar Amerikan askeri okul öğrencisi yakınlardaki ıssız bir tropikal adaya çıkarlar. Kazada...